#eigengrauröportajlar

Röportaj:

Güliz Karaköse

 

#eigengrauröportajlar

 

Akademisyen ve fotoğraf sanatçısı Mert Acar ile fotoğraf disiplini ve üretim süreci hakkında konuşmak üzere CerModern’de buluştuk.

 

“SANAT YAPMAK KENDİ BAŞINA BİR MOTİVASYON KAYNAĞI.”

 

 

Ankaralı bir sanatçı olmak senin için ne ifade ediyor ve üretim süreci nasıl etkiliyor?

 

Sanat üretmeye Ankara’da başlamış olmak benim pratiğimi kökten belirleyen şeylerden biriydi. Çünkü fotoğraflarımda da görmüş olduğunuz gibi hep bir bozkır var. Dolayısıyla bu Ankara’da olmama bağlı. Başka illere gittiğimde yine fotoğraflar çekiyorum ama bunlar az sayıda kalıyor.

 

 

 

Ankara dışında da böyle bir üretim sürecin olabileceğini düşünüyor musun?

Kesinlikle düşünüyorum, çünkü benim ilk projem Placeholder aslında global bir yerelden bahsediyordu. Bu da dünyanın her yerinde nereye gidersen git, otoyol ağlarının üzerinde yer alan şehri ve kırı birbirine bağlayan tüm otoyolların aşağı yukarı aynı olduğunu gösteriyor. Benim çektiğim şeyler genel olarak nerede olduğuna dair en ufak bir fikir vermeyecek görüntüler. Ankara’da fotoğraf çekiyorum ama “Bunlar Ankara fotoğrafı.” dediğim bir durum yok ortada.

 

Bu şekilde makro bir projeye de hizmet ediyorsun diyebilir miyiz?

Evet, yani Instagram’da birbirimizi takip ettiğimiz birçok fotoğrafçı var. Hangi sanatçının neyi, nerede çektiğini tahmin edebiliyorum. Fotoğraf Los Angeles’ta mı çekilmiş yoksa Londra’da mı çekilmiş arasında bazen kalsam da bir noktada çok kez baktığım için bilebiliyorum.

 

Fotoğraf disiplininde bu duruma yönelim diyebilir miyiz?

Aslında bu iki kişinin de manzara resmi yapması gibi. Klasik anlamda manzara resminin çerçevesi bellidir orman, dağ, göl vb. Fotoğraf için de bu böyle. Evet belirli bir ekol, belirli şeyleri çeken insanlar, durumlar, sanatçılar var. Fakat bir projenin aynısını yapmadığın sürece burada bir intihalden bahsetmek çok zor. Zaten intihal, gidip aynı yeri çekmediğin ve aynı şeyi söylemediğin sürece pek mümkün değil.

 

Placeholder serindeki billboard çok etkileyici, bize biraz onun hikayesinden bahsedebilir misin?

 

“Düşmüş bir billboard karşısında yapabileceğiniz çok bir şey yok.”

 

 

Yaklaştıkça anıtsal etkisi arttı. Anıtsal etkisi artıkça fotoğrafını çekmek daha zor hale geldi. Bu sefer altında ben ezilmeye başladım. Ezilmekten kastım; orada hissettiğim etkiyi hiçbir zaman fotoğraflara veremiyorum. Bu sebeple aslında fotoğraf beni her zaman hayal kırıklığına uğratan bir şey oluyor.

 

 

 

 

 

Suspended Stillness adlı çalışmanda akla Edward Hopper’ın resimleri geliyor. Bunun gibi etkilendiğin ve kendine yakın bulduğun sanatçılar ve işler hakkında neler söyleyebilirsin?

İşlerimi Edward Hopperʼa benzeten birkaç kişi oldu ve her seferinde bundan mutluluk duyuyorum. Çünkü gerçekten Edward Hopperʼın resimlerinde yer alan hissiyat ile fotoğraf çekerken hissettiğim şeyler çok benzer. İlham aldığım diğer sanatçılar arasında Todd Hido var. İlk projelerinden birinde Amerikan banliyölerinde gezip ışığı yanan evleri fotoğraflıyordu ve seri sadece Amerikan evleriyle ilgiliydi. Onda da benim serime benzer bir his vardı. Bir şey sanki askıya alınmış da başka bir şeyi bekliyormuş gibi…

 

Peki şu anda nasıl ilerliyor çalışma sürecin?

Pandemi başladığından beri bir şeyler üretmek zorundayım tribine hiç girmedim. Bir şeyler üretmek zorunda değilim. Üretmek istediğim noktada zaten üretiyorum. Sanat yapmak aslında kendi başına bir motivasyon kaynağı. Sanat yapmak için başka bir şeyden motivasyon alıp sanat yapmıyorum.

 

“Bir söz vardı, ‘Art is the highest form of hope.’ yani ‘Sanat, umudun en yüksek formudur.’ diyordu. Ben de böyle olduğuna inanıyorum.”

 

Daha fazlası için;