#eigengrauröportajlar

Röportaj:

Güliz Karaköse

 

#eigengrauröportajlar

 

Akademisyen ve sanatçı Aslı Işıksal ile akademi, sanat ve hayat denklemi üzerine konuştuk.

 

“En tehlikeli canavar iç sesimiz bence.”

 

Akademi ve sanat ilişkisini nasıl eş zamanlı yürüttüğünden biraz bahsedebilir misin?

 
 
Ben akademinin sanatçılığa çok katkı sağladığını düşünüyorum. Çünkü sürekli aktif kalıyorsunuz. Öğrencilerle iletişimdesiniz. Bizlerin onlara olduğu kadar onların da bize bir katkısı var. Dolayısıyla ben yaratıcı bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Ama tabi ki vakitten de çok fazla kaybetmiş oluyorsunuz. Bu da ekstra çalışmanızı gerektiren bir durum yaratıyor. Belki bu anlamda biraz dezavantajı var diyebiliriz.

 

 

Sıkışıp kaldığımız bu uyku halinden sence nasıl çıkabiliriz?

 
 
 

Bir parça eyleme geçerek ve ayakta durarak. Seninle bu röportaj öncesi yaptığımız konuşma da biraz kafa açıcı oldu. Yani uyku halinin, yatay olmanın dişil bir tarafı olduğunu; ayakta olmanın daha eril bir taraf olduğunu söyledin. Bu açıdan da bakabileceğimizi düşündüm. Belki içimizdeki o eril ve dişil yönleri harekete geçirmek dünyaya daha farklı bakmamızı sağlayabilir. Bu da sıkışıp kaldığımız bu risksiz yaşam alanından bizi rahatlıkla çıkarabilir diye düşünüyorum.

 

 

 

Peki yeryüzü ile daha köklü bir iletişim sence nasıl kurulabilir?

Bu noktada Heidegger iki tür dünya olduğundan bahsediyordu; biri yeryüzü, el değmemiş bir toprak, bir de insanların böldüğü, paylaştığı, domine ettiği, sınırlar çizdiği, yönettiği bir dünya. Yani burada da yeryüzünün farkına varmak gerekiyor bir parça daha. Yeryüzünün kendi halinin ne kadar kıymetli olduğunu belki tekrar hatırlamak gerekiyor. Çünkü kurguladığımız dünya çok konformist bir taraf yaratıyor. Tamamen insan için kurgulanmış. Hatta parklar üzerine çalışırken şunu keşfettik; 

 

“Parkı oluşturabilmek için var olan bir doğa parçası tamamen yıkılıyor ve oraya bir park kurgulanıyor. Yani yeniden bir doğa parçası kurgulanıyor. “

 

Bu aslında o kurgulanan dünyanın ne kadar tuhaf olduğunu gösteriyor diyebiliriz.

 

Peki sence adaleti baltalayan bir canavar olabilir mi? Senin için en tehlikeli canavar nedir ya da kimdir?

En tehlikeli canavar kendi iç sesimiz olabilir diye düşünüyorum. Çünkü hakikaten kendimizden daha bağımsız hareket eden ve orada söz geçiremediğimiz bir şey var. Yani bir varlık var ve bu aslında bizi en çabuk baltalayan şey.

 

“En tehlikeli canavar iç sesimiz bence.”

 

İçinde bulunduğumuz süreçte durağanlık kavramıyla hep karşı karşıya geliyoruz. Senin de çalışmalarında gündelik nesnelerin kullanımı hâkim. Senin için yorganın konumu ve anlamı nedir?

Evet, durağanlık konusu gerçekten de ilgilendiğim şeylerden biri. Şimdilerde de hareket ve hareketin parçalanmasıyla ilgileniyorum. Tam tersi bir yere yerleştim yani. Yorgan kendini iyi hissettiren bir gündelik nesnedir. Sarılırsın sarmalanırsın, korur kollar ve üşümeni alır. Ama ben tabi bu yorgan, yatak ve uyku halini tamamen olanlara gözünü kapatmak gibi düşünerek hareket etmiştim. 

 

“Dış dünya çok hareketli çok fazla kaos var ve her gün her şey yenileniyor. Tuhaf ve kavrayamadığımız bir hızda belki. Biz orada yine konforlu bir alandayız.”

 

Yani alışkın olduğumuz ve bütün bu duruma gözümüzü kapattığımız bir haldeyiz. Dolayısıyla yorganın burada iki anlamı olmuş oluyor. Bir rahat ettiğimiz ve alışık olduğumuz tarafı, bir de gerçekten o şeyin içinde gömülü kaldığımız, işin içinden çıkamadığımız, gözümüzü dış dünyaya kapattığımız bir tarafı temsil ediyor diyebiliriz.

 

Şu an seni çalışmalarında hareketliliği işlemeye iten şey ne?

 


 

Durağan şeylerle çok fazla uğraştığım için belki. Bu sefer o durağanlığın içerisinde çeşitli hareketler belirmeye başladı. Bunu aslında ilk Galeri Siyah Beyaz’daki sergimde yapmıştım. “Benden Güçlü”de. Orada dalgalı bir denizin yanında rüzgârdan etkilenmiş heykeller vardı ve bir tane de tam ortada düşen bir heykel vardı. Aslında bunlar da hareketin dondurulduğu bir durağanlık yaratıyordu. Biraz da böyle bir ipucu veriyordu bir sonraki iş için. Bu sefer de “Bu hareketi nasıl daha fazla parçalayabilirim?” gibi bir soru ile hareket ettim. Belki durağanlık daha ayakta olmayı doğuruyor. Daha farklı bir tarafa geçmekle ilişkileniyor sanırım.

 

 

 

Daha fazlası için;